Pages

17 Eylül 2013 Salı

17.09.2013 - Filmlerdeki karakterler





Sevgili Prens…

Hiç dünyada seni anlayacak tek bir insanın bile olmadığı hissine kapıldın mı?
Ben bunu düşündüm.

Filmlerde görmüşsündür. Biri kendini yalnız hissettiğinde kamera uzaktan gösterir, insanlar konuşup durmaktadır. Ancak bizim karakterimizin gözleri boş bakar, onun etrafını dinleyecek hali kalmamıştır. Hiçbirinin kendisi için doğru şeyi söylemediğini düşünmektedir. 

İşte gerçekten öyle bir şey…
Ama filmlerde o karakterin ne düşündüğünü kamerayla gösteremezler. 
Sanırım ben biliyorum.

“Ne işim var burada?”
“Neden onlara anlattım ki?”
“Neden böyle şeyler söylüyorlar?”
“Belki de yardımcı olmak istediğinden öyle diyordur.”
“Hayır, hiç yardımcı olmadı.”
“Susun artık.”
“Buradan gitmek istiyorum.”
“Dinlemek istemiyorum…”
“Hepinizi susturup gitmek istiyorum.”
.
.
.

Hayır… Karakter kalkıp giderken tek bir kelime etmemiş olur. Ya da sadece “yapacak bir işi” vardır. Diğerleri onun ardından şaşkın bakışlar atar ve sıradan hayatlarına dönerler.
Gerçek hayatta bu kısım daha farklı.

Diğerleri sana yardımcı olmak adına ya da sırf boş konuşmak için o kadar çok şey söyler ki kalkıp gitmezsin. Filmlerdeki karakterler bu konuda çok sakin olabilir ama sen olamazsın. Sen gerçek bir insansındır çünkü. Diğerlerinin söyledikleri seni mutlu edebileceği gibi incitebilir, sinirlendirebilir de…
Bu yüzden tepki verirsin.

Bu sefer de dışından bağırırsın: “Susun artık!”

“Bu sözleriniz beni o kadar çok üzüyor ki aslında bana yardım etmek isteyişinizin hiçbir önemi kalmıyor. Lanet olsun, sadece dinleyip susamaz mısınız? Geçerli bir öneriniz olmayacaksa sessiz kalamaz mısınız?”

Bunlar o an hissettiğin karmaşada sana mantıklı gelir, karmaşadan sonra da mantıklı gelecektir muhtemelen. Ancak ne yazık ki bunları bir kere sesli söylemişsindir. Artık dinleyip, öneriler bulmak adına seni inciten insanlar seni nankörlükle suçlayabilecektir.

Tam da bu yüzden gerçek insanlar filmlerdeki karakterler gibi mutlu olamaz. Gerçek insanların sorunları da gerçektir. Gerçek insanların sorunlarını paylaştıkları kişiler de gerçek insandır. Ve emin olunacak tek şey vardır, gerçek insanların aralarındaki ilişki filmlerdeki gibi basit değildir.

Gerçek insanlar yalnız hissettiklerinde hiçbir şey kolay ilerlemez.
Onlar film karakterleri gibi içlerine kapanık değillerdir, bir şeyler anlatmak isterler. Sadece anlatmak ve belki de birkaç faydalı öneri duymak isterler. Ama bu böyle gerçekleşmez. Her zaman, her şey umulduğu gibi gerçekleşmemek üzere kurulmuştur dünyada.  

Bu yüzden kimse beni anlamıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum şu sıralar Prens.
Hayatımın en kötü dönemini geçiriyorum.
Etrafımdaki insanlar bana sürekli “Böyle olmadığı için şanslısın.” diyorlar. Yaşadığım tüm güzel şeyler ve yaşamadığım tüm kötü şeyler için şanslı olduğumu ben de biliyorum. Ancak ben şu an kötü şeylerden birini yaşıyorum. Neden diğerleri buna üzülmeme karşı çıkıyor? Üzülmeye hakkım yokmuş gibi davranıyorlar. Beni sürekli değer bilmezlikle yargılayıp beni dinlememeleri kötü hissetmeme sebep oluyor.
Ve bu beni o kadar sinirlendiriyor ki sonunda onlara da söylüyorum. Doğru tahmin, bu sefer de nankörlük yapmış oluyorum. Çünkü onlar beni düşünüp de öyle söylüyorlar. Bunun için minnettarım. Yine de incineceğim pek çok şey karışıyor söylediklerine.

Ne yazık ki gerçek hayatta ilişkiler hep böyle olmak zorunda.
Yanımızda birileri olsun istediğimizde bu filmlerdeki gibi olmaz, yorucudur. Ya da filmlerdeki gibi asil bir yalnızlık çekmeyiz. Sonunda her şeyi düzeltip mutlu bir hayat sürmeyiz.

Evet, gerçek hayatta mutlu sonlar yoktur Prens. Zira gerçek hayatta ne adı ölüm olmayan bir son yaşanır; ne de koca bir yaşam süresini sadece “mutlu” ya da “mutsuz” olarak adlandırmak mümkündür.
Yalnız başına ya da birileriyle…
Neşeli ya da üzücü şeylerle birlikte…
Yaşayıp gidilir sadece.

Ben bu aralar yaşayıp gidiyorum işte Prens.
Seni sormalı.


Sevgiler…
Prenses.

30 Mart 2013 Cumartesi

30.03.2013 - Renksiz




Sevgili Jiyong,

Çok uzun zamandır sana yazmadığımı biliyorum. Merak etme kendime yeni bir prens bulmadım. Sadece seni rahatsız etmek yerine bir deftere yazıyorum artık her şeyimi. Gerçi hiç samimi gelmiyor. Onun defter olduğunu biliyorum. Bana cevap vermez, beni anlamaz. Hiçbir şey bilmez. Sana bile anlatamayacağım şeyler oluyor aslında. O deftere yazıyorum onları da. Bu bana bu kadar aptalca gelse bile neden bilmem ona yazıyorum işte. Daha sonra tekrar okumuyorum da onları. Ders falan çıkardığım yok. Yazdıktan sonra orada öylece bıraktığım sayfalarca kelimeden başka şey değiller. Ama sanırım onları öyle terk etmek yazdığım tüm o iç karartıcı zırvayı da geride bıraktığım hissi veriyor. Belki de iyi hissetmemi sağlıyordur bu…

Ancak böyleyse bile bunu ben bilmiyor olmalıyım. Çünkü iyi hissettiğimi sanmıyorum. Onları orada bıraksam bile sahibini kokusundan tanıyan evcil hayvanlar gibi geri geliyorlar. Ama onların aslında birer çözüm için orada beklediğini biliyorum. Ben çözmeden gitmeyecekler.
Onlar gitmese bile ben gitmek istiyorum. Son zamanlarda sık sık boğulduğumu hissediyorum.  Vücudumdaki her bir noktadan topladığım enerjiyle kocaman bir çığlık atmak istiyorum. Etrafımdaki herkese “Ne haliniz varsa görün!” diyen sesimi duyurabileceğim bir çığlık olmalı bu. Sonra da görünmez olup gitmem gerekiyor.  Ne acıdır ki bir yandan da gündelik hayat denen bir şey beni burada kalmaya zorluyor. Kafamı kurcalayıp duran tüm o saçma sorunları çözmek istemiyorum. Bu bana o kadar yorucu geliyor ki… Ağzımı açıp tek kelime edesim gelmiyor. Ben sustukça da çoğalmaya devam ediyorlar. Ama yine de çözmeye çalışmak yerine kafamı dağıtmaya çalışıyorum. Yalan söylemeyeceğim kendi dünyama çekilip sevdiğim şeyleri yapmak her zaman olduğu gibi yine çok çekici geliyor bana. O an için unutuyorum. Sonra yine geliyorlar. Daha iç karartıcı şekilde…

En ufak şeyden bu kadar etkilenme belasını kendi başıma açtım, farkındayım. Aslında bu ilk başta güzeldi. Mutluluk oyunu oynuyordum kendi kendime. Hayat eğlenceliydi.  Ama üzerinden vakit geçtikçe baktım ki artık herkese zorla gülümser olmuşum. Yazı yazmaya pembe kalemle başlayıp rengimi kaybediyormuşum gibi hissediyorum şimdi. Rengimi kaybediyormuşum ve son taç yaprağı düştüğünde tek bir dal parçasından ibaret kalacakmışım gibi… Arkadaşlarımı dinlemek istemiyorum. Çünkü zaten sorunun en büyük parçalarıydı onlar. Gülmek istemiyorum. Çünkü bana böyle hissettiren insanlara gülmek ikiyüzlüce geliyor artık gözüme. Bu zamana kadar oyun oynarken üstünü örttüğüm şeyler o kadar birikti ki benim sevimli pembe çiçekli örtüm bunları gizlemeye yetmez oldu.  
Müzik dinlemek biraz yardımcı oluyor. Ama bu sefer de günün her anı her saniyemi kulaklıklarımla geçirmek istiyorum. Gündelik hayat buna da izin vermiyor biliyor musun? O hep, rutinle baş başa bırakıyor beni. Ondan vakit bulduğum küçücük zamanlarda müziğimi dinleyebilirsem mutlu sayıyorum kendimi.

Biliyorum hiçbir şey anlatmış sayılmam sana… Yine de sen ne önerirdin?
Peki, sahip olduğum sorunları çözmeme engel olan bu yorgunluktan kurtulabilir miyim?

Sevgiler…
Prenses.

 

Sample text

Sample Text