Pages

30 Eylül 2012 Pazar

30.09.2012 - Bugün mutfağa girdim!




Sevgili Prens,

Bugün teyzemle birlikte gün yaptık! Muhtemelen sen gün nedir bilmiyorsundur. :) Türkiye'de kadınlar birleşirler, dedikodu eşliğinde pasta, börek, meze türü şeyler yerler. Siz erkeklerin içki masası gibi bir şey anlayacağın. Elbette bizim yaptığımız toplantıda dedikoduyu annemle teyzem yaptı. Ben o sırada televizyonda oynayan “Bir Külkedisi Masalı”nı izliyordum. Bilmiyorsan söyleyeyim, güzel filmdir. En azından bir kız olarak ben beğeniyorum diyelim. :)

Neyse neyse… Kek yaptım bugün! Çok sevimli oldular. :) Mercimek köftesi ve bir çeşit börek de yaptık. Aslında annemle teyzem yaptı demek daha doğru olur, ben pek anlamam bu işleri. -,-


Bak keklerim burada ^^ Çok sevimli değiller mi?

Bunlar da diğerleri. O yeşil şey koruk turşusu. Yani olmamış üzümlerle yapılan bir şey. Ve annem bu şeyi mükemmel yapar ^^

Ayrıca bu fotoğraflara bakıp özen lütfen. Eğer Türkiye’ye gelirseniz emin ol ki bir sürü kız size böyle şeyler yapıp getirecektir! :D Ben getirir miyim bilmiyorum, daha yeni öğreniyorum yapmayı. Yine de gelin yani! Bizi düşünmüyorsanız yemekleri düşünün. :D Hem duyduğuma göre Taeyang’ı sürekli mutfağa sokmaya çalışıyormuşsun sana yemek yapsın diye. Bizim kızlar bu yemekleri Taeyang’a da öğretirler, o da sana bol bol yapar. Yine de gerçeğini yemek için Türkiye’ye gelmeniz gerek ^^ :P
Neyse, kapatıyorum bu yemek faslını. Daha fazla acıkma diye.

Bugün arkadaşımla şu Twitter’dan bahsediyorduk. Saçma sapan insanlar takibe alıyorlar. Senin yaptığın en güzeli. Seni takip edenleri takip etmesen de kimse sana kızmıyor mesela. Ama ben bazen bir konuda aynı zevki paylaşıyoruz diye geri takip yapabiliyorum. Örneğin sırf Kore-sever olduğu için takip ettiklerim var. Eğer o takibi bırakırsa ben de bırakıyorum. Çünkü zaten Kore-sever olduğu için takip etmiştim onu. Kara kaşı-kara gözü yüzünden değil ki! Ayrıca açık kumral saçları, hafif esmer teni, yeşil gözleri ve dolgun dudakları olsa, bir de üstüne uzun boylu ve yapılı bir adam olsa tamam. O zaman takip etmeye devam ederim yani. Sonuçta bir Dean Winchester kolay yetişmiyor. ^^

Bu arada sana hiç bahsetmedim bundan ama tam bir Supernatural hastasıyımdır. Dean Winchester’ı da çok severim. Çok sağlam bir karakter diye düşünüyorum. ^^

Sen izler misin Supernatural? Anlatsana.

Sevgiler...
Prenses.

29 Eylül 2012 Cumartesi

29.09.2012 - Bugün gezme günüydü. :)


Sevgili Ji Yong,

Bugün inanılmaz derecede yorgunum biliyor musun? Dün talihsiz bir gezi yaptım ve hastalanarak döndüm. Bugün de kendimi çok iyi hissetmememe rağmen çıkmam gerekiyordu.

Ama iyi ki de çıkmışım. Hayatımda ilk defa fondü yedim, güzel bir şeymiş. Tabi ki hemen görmemiş gibi fotoğraflamalıydım. Aslında ben bunda bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kelimenin tam anlamıyla ben gerçekten hayatımda fondü görmemiştim ki. :) Demek istediğim aslında “görmemiş” benim için uygun bir sözcüktü bu durumda.




Yani teknik olarak ben değil, kardeşim çekti bu fotoğrafı ama ne demek istediğimi anlamışsındır.
Ayrıca çok hoş bir çocukla da karşılaştım. Su almak için markete girmiştim. Kasada beklerken o çocuk da önümde duruyordu. Önce bir baktı, sonra önüne döndü hafifçe gülümsedi.

Tamam, burası liseli bir kız gibi heyecanla zıplamaya başladığım kısım. O yüzden kusuruma bakma olur mu? :)
Kasiyer, onun ürünlerini geçirirken bakıp bakıp gülümsemeye devam etti. aslında bir an için acaba suratımda komik bir şey mi var da böyle gülüp başını eğiyor diye düşünmeden edemedim. Sonradan kardeşimden öğrendiğime göre tipim gayet düzgünmüş neyse ki. -,- Neyse işte bu kadardı. Hayatımın hikayesi değil mi? :D Gülümseyip, utanır gibi başını eğdiği için hoşlandım yani. Bence çok üstüne alınmasın ^^
Veee… Bil bakalım ne yaptım? Kırtasiyeye gittim!

Ben tam bir kırtasiye delisiyim. Girdim mi çıkamıyorum. Gözüm dönüyor üstelik. Annem, hep kardeşimi de yollar yanımda kırtasiyeye gideceğim zaman. Beni dizginliyor. Bugünse birazcık alışveriş yaptım itiraf ediyorum.

Küçük not kağıtları aldım. Bunlar benim sınav koruma programım olacak. Neyi kastettiğimi anlaman için sana baştan bir özet geçeyim.

Öncelikle ben Felsefe 3. Sınıf öğrencisiyim. Ve artık kim üstüne alınırsa alınsın, sınıfım beyinsiz dolu. Bir de beyinsizin yanı sıra kurnazlar var. Ben iki türden de nefret ediyorum. Sürekli ders notlarımı alıyorlar. Bir an notlarım masanın üstündeyken bir an sonra kaybolmuş oluyor. Tembeller ordusu bir de utanmadan bu notları çoğaltıp dağıtıyorlar. Ben de normal notların dışındaki çalışma notlarımı artık bu ufak kağıtlara yazacağım. Ve hepsi birbirine zımbalı olacağından kimse alamayacak diye düşünüyorum. İsteyene de vermeyeceğim artık bu, bu kadar basit. Bir de okulumuz ders geçme notunu düşürmüş. Artık 50 alanlar bile o dersi rahatlıkla geçecekler. Bunca zamandır boşuna notumu yüksek tutmaya çalışmışım. Baksana, millet elini kolunu sallayarak ders geçecek. Tembelken sınıf geçebilen insanlardan tiksiniyorum.

Sinirimi bozuyorlar Prens, hem de çok.
Ama aldırmayacağım. Üstesinden gelebilirim!

Şimdi sen anlat… Orada durumlar nasıl? :)

Sevgiler...
Prenses.

26 Eylül 2012 Çarşamba

"Sevgili Prens..." diye başlamak gerekir herhalde.


Bu yalnızca bloğun tanıtım yazısı olacak. Bu bir mektup değil.
Bu bloğu açmak için bir nedenim var. Elbette var! Nedensiz yere blog açanların bile bir nedeni var sonuçta. Onların nedeni, nedensiz yere blog açmak! Benim nedenim günlük tutmak. Çoğunlukla insanlar bu nedenle açıyorlar sanırım. Benim de başka bir bloğum var aslında. Ancak o rastlantısal şeyleri rastlantısal olarak yazdığım bir yer daha çok. Ona günlük demek biraz zor.
Daha önce yalnızca bir kez günlük tutmayı denedim. Şu süslü defterlerden bile almıştım. Yalnızca beş sayfasını doldurdum sanırım. Hatta o kadar bile olmayabilir. Bir japon balığıyla ilgili bir şey yazdığımı hatırlıyorum. Dönüp baktığımda, beş sayfa onun üzerine konuşacak kadar eli boş biri olmadığımı umuyorum. Belki birkaç mektuptan sonra bunu da bırakırım, kim bilir. Yalnızca deniyorum.
Gelelim asıl meseleye… Neden bu mektupları Ji Yong’a yazıyorum?
Aslında bu fikir bir filmden geldi aklıma. Genç bir çocuk saygı duyduğu bir sanatçıya mektuplar yolluyordu. Düşünüp taşındım ve en saygı duyduğum sanatçının Big Bang’teki G-Dragon olduğuna karar verdim. (Elvis ve Sinatra bir yana tabi ki. Ancak kendi dönemimden birini seçmek daha uygun gibiydi. Anlamışsınızdır.)
Şu izlediğim filmde, genç çocuk mektupları sanatçının kendi adresine gönderiyordu. Ben böyle yapmayacağım, çünkü ne GD’nin özel adresini araştıracak ve bana cevap vermesini umacak kadar aptalım, ne de Korece öğrenmek için zamanım var. Hal böyle olunca onu bloğumun başında dikilecek Peri Annem yapmaya karar verdim. Evet, Peri Anne diyorum. Prens kılığında bir Peri Anne hem de. Asya-severin en büyük zayıflığı oppacılık diye düşünüyorum. Asya’lı sanatçılara gerçekten saygı duymak yerine onları kaşına gözüne bakarak sınıflandırıyoruz. Böylece asıl meseleyi kaçırıyoruz. Tabi bu benim düşüncem. G-Dragon tipine bakmadan ve ona aşık olmadan sevdiğim, en saygı duyduğum insandır. Bana kalırsa o sihirli biri. Hatta laf aramızda büyücü bile olabilir. Boş zamanlarında Hogwarts’ta takılıyormuş diye duydum ^^ Her neyse… Onu oppası olarak gören varsa, aşık olan, benden daha çok seven ya da sevdiğini sanan… Lütfen yanlış düşüncelere kapılmasınlar. Ben sadece Peri Anneme, onun gerçek adını, yani Ji Yong’u kullanarak mektuplar yazacağım.
Bunu kimse okumak zorunda değil. Yalnızca içimi döküyorum. Tek bir görüntülenmem olmayabilir. Hiç takipçim olmayabilir. Ama ben pek çok şeyi Prense, hiçbir sansür kullanmadan, içimden nasıl geliyorsa öyle anlatmaya karar verdim. Yine de asosyal bir prensesin yazdıklarını merak eden olursa beklerim.
Birkaç güne mektuplarımı yayınlamaya başlarım.
Sihirli okumalar dilerim… Yani okuyan olursa… Her neyse, öyle bir şeyler işte.
 

Sample text

Sample Text