Sevgili Jiyong,
Çok uzun zamandır sana yazmadığımı biliyorum. Merak etme
kendime yeni bir prens bulmadım. Sadece seni rahatsız etmek yerine bir deftere
yazıyorum artık her şeyimi. Gerçi hiç samimi gelmiyor. Onun defter olduğunu
biliyorum. Bana cevap vermez, beni anlamaz. Hiçbir şey bilmez. Sana bile
anlatamayacağım şeyler oluyor aslında. O deftere yazıyorum onları da. Bu bana
bu kadar aptalca gelse bile neden bilmem ona yazıyorum işte. Daha sonra tekrar
okumuyorum da onları. Ders falan çıkardığım yok. Yazdıktan sonra orada öylece
bıraktığım sayfalarca kelimeden başka şey değiller. Ama sanırım onları öyle
terk etmek yazdığım tüm o iç karartıcı zırvayı da geride bıraktığım hissi
veriyor. Belki de iyi hissetmemi sağlıyordur bu…
Ancak böyleyse bile bunu ben bilmiyor olmalıyım. Çünkü iyi
hissettiğimi sanmıyorum. Onları orada bıraksam bile sahibini kokusundan tanıyan
evcil hayvanlar gibi geri geliyorlar. Ama onların aslında birer çözüm için
orada beklediğini biliyorum. Ben çözmeden gitmeyecekler.
Onlar gitmese bile ben gitmek istiyorum. Son zamanlarda sık
sık boğulduğumu hissediyorum. Vücudumdaki
her bir noktadan topladığım enerjiyle kocaman bir çığlık atmak istiyorum. Etrafımdaki
herkese “Ne haliniz varsa görün!” diyen sesimi duyurabileceğim bir çığlık
olmalı bu. Sonra da görünmez olup gitmem gerekiyor. Ne acıdır ki bir yandan da gündelik hayat
denen bir şey beni burada kalmaya zorluyor. Kafamı kurcalayıp duran tüm o saçma
sorunları çözmek istemiyorum. Bu bana o kadar yorucu geliyor ki… Ağzımı açıp
tek kelime edesim gelmiyor. Ben sustukça da çoğalmaya devam ediyorlar. Ama yine
de çözmeye çalışmak yerine kafamı dağıtmaya çalışıyorum. Yalan söylemeyeceğim
kendi dünyama çekilip sevdiğim şeyleri yapmak her zaman olduğu gibi yine çok
çekici geliyor bana. O an için unutuyorum. Sonra yine geliyorlar. Daha iç
karartıcı şekilde…
En ufak şeyden bu kadar etkilenme belasını kendi başıma
açtım, farkındayım. Aslında bu ilk başta güzeldi. Mutluluk oyunu oynuyordum
kendi kendime. Hayat eğlenceliydi. Ama üzerinden
vakit geçtikçe baktım ki artık herkese zorla gülümser olmuşum. Yazı yazmaya
pembe kalemle başlayıp rengimi kaybediyormuşum gibi hissediyorum şimdi. Rengimi
kaybediyormuşum ve son taç yaprağı düştüğünde tek bir dal parçasından ibaret
kalacakmışım gibi… Arkadaşlarımı dinlemek istemiyorum. Çünkü zaten sorunun en
büyük parçalarıydı onlar. Gülmek istemiyorum. Çünkü bana böyle hissettiren
insanlara gülmek ikiyüzlüce geliyor artık gözüme. Bu zamana kadar oyun oynarken
üstünü örttüğüm şeyler o kadar birikti ki benim sevimli pembe çiçekli örtüm
bunları gizlemeye yetmez oldu.
Müzik dinlemek biraz yardımcı oluyor. Ama bu sefer de günün
her anı her saniyemi kulaklıklarımla geçirmek istiyorum. Gündelik hayat buna da
izin vermiyor biliyor musun? O hep, rutinle baş başa bırakıyor beni. Ondan vakit
bulduğum küçücük zamanlarda müziğimi dinleyebilirsem mutlu sayıyorum kendimi.
Biliyorum hiçbir şey anlatmış sayılmam sana… Yine de sen ne
önerirdin?
Peki, sahip olduğum sorunları çözmeme engel olan bu
yorgunluktan kurtulabilir miyim?
Sevgiler…
Prenses.